Mukaddime


    Sevgili Peygamberimiz (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem): "Dünya'da bir garip gibi veya yolcu gibi ol" buyuruyor.

    Bu Dünya'da kalıcı olmayan insanoğlu gerçekten gariptir ve yolcudur. Ruhlar aleminden ana rahmine ve oradan Dünya'ya gelen insan, buradan da başka alemlere gidecek ve öz vatanına kavuşuncaya kadar yolculuğu devam edecektir.

    Öz vatanından ayrı gurbet ellerinde yaşayanlara garip denir. Bizler bu Dünya'da gerçekten garibiz.

    Babamız Adem ve annemiz Havva Cennet'te yaşadılar. Yediler, içtiler, gezdiler, güldüler, eğlendiler ve bütün güzelliği ile Cennet hayatını yaşadılar.

    Sonra Şeytan tarafından aldatıldılar ve sürgün olarak Dünya gezegenine indirildiler.

    Cennet hayatına alışan Hz. Adem'e ve Havva'ya bu dünya çok dar ve sıkıcı geldi. Ağladılar, gülmediler ve Dünya zindanına uyum sağlayamadılar. Vatan hasreti ile, Cennet özlemi ile yanıp Ahiret alemine göçüp gittiler.

    Öz vatan hasreti, Cennet özlemi ırsî olarak evlatlarına geçti, tüm duygularına yansıdı ve bilinç altlarına yerleşti.

    Adetullah böyledir. Hayvanat bahçelerinde doğan canavar yavrularının duygu ve bilinç altlarında, öz vatanları olan büyük ormanların hasret ve özlemi vardır.

    Nefislerinin tutsağı olan gafiller ve inkarcılar söz ve yazıları ile Cennet'i inkara kalkışırlarsa da, aşırı güzellikler karşısında Cennet gibi demekten kendilerini alamazlar. İnancı ve yaşamı ne olursa olsun, bütün insanların duygularında ve bilinç altlarında örtülü bir halde Cennet özlemi vardır.

    Sevgili Peygamberimiz: "Akıllı o kişidir ki, nefsini muhasebe eder ve ölümden sonrası için hazırlanır" buyuruyor.

    İnsanları hayvanlardan ayıran akıldır. Aklın aslî görevi nefis muhasebesi yapmak, geleceğini düşünmek ve ölümden sonrası için hazırlanmaktır.

    Çok önemli bir görevle yurt dışına gönderilen devlet memuru, görevini ihmal ederek sefahate dalar veya devletine ihanet ederse, dönüşünde cezalandırılması adaletin gereğidir.

    Allah tarafından özel görevlerle Dünya'ya gönderilen insanlar, görevlerini (ibadetlerini) ihmal eder ve sefahate (haramlara) dalarlarsa veya Allah'a ihanet ederek putlara tapınırlarsa Ahiret'te cezalandırılmaları ilâhî adalettir. Bu apaçık deliller karşısında, insanın haddini bilmesi ve bir garip gibi, bir yolcu gibi olduğu gerçeğini kabullenmesi gerekirken...

    Çok hızlı, çok sesli ve çok renkli bir ortamda bulunmaktayız. Servisi kaçırma telaşı, geç kalma telaşı, okula geç kalma telaşı ve telaş, telaş. Koşar adımlarla yollarda yürüyenler. Duraklarda bekleşenler. Tatlı uykularından isteksiz kalktıkları yüzlerinden belli olan çalışan hanımlar ve kız öğrenciler. Geç kalma korkusundan, çiğnenmeden yutulan bir kaç lokmacık ayak üstü kahvaltı ve ardından en az bir çeyrek saat aynanın karşısına dikilip makyaj yapma zorunluluğu.

    Öğrenci, işçi, memur, esnaf. Hepsi aceleci, yollar yetersiz, kavşaklar geçitsiz ve insanlar sabırsız. Trafik de artık uyum sağlayamıyor bu hızlı yaşama. Zorlanıyor, sıkışıyor ve zaman zaman duruyor.

    Çağın gereklerinden midir? İnanç ve tevekkül zayıflığından mıdır? Günümüz insanının Iüks ve aşırı israfından mıdır? Nedir? Nedendir? Bilemiyorum ama, bizleri bekleyen ölüm gerçeğini ve ölümden sonrasını gözardı edemeyiz.

    Topraktan yaratılan insanın bedensel yapısı, Dünya'nın bir parçasıdır. Bu nedenle insan Dünya'dan kopamaz ve Dünya'ya bağımlıdır. Dünya ile ilgilenmesi doğal ve bedensel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için çalışması zorunludur.

    Ancak!.. Her şeyin hayırlısı ortasıdır. Ahıreti unutturan Dünya sevgisi ve ibadetlere engel olan Dünya işleri zararlıdır.

    Bir  gerçeği unutmayalım! İnsanın varlığı bir bitki gibi yalnız Dünya hayatı ile sınırlı değildir. Kan pıhtısı ile başlayan bedensel yapı, yer altında çürüyüp toprak olurken, insanın özü ve gerçek kişiliği olan RUH, Berzah aıeminde varlığını ve yeni yaşamını devam ettirecektir.

    Dünya'da kalacağımız kadar Dünya'ya ve Ahiret'te kalacağımız kadar Ahiret'e çalışmamızın gerekliliğini unutmayalım.

    Milyarlarla sınırlı olmayan sonsuzluk alemi Ahırete oranla, Dünya'nın saniyelerin kaçta kaçı olduğunu da aklımızdan Çıkarmayalım. İnkar ve gafletle bir şey değişmez. Gözlerini kapayanların yalnız kendi dünyaları kararır. Ölümü yok sayamayız ve ölümden sonrasını inkar edemeyiz. Özellikle şu dört kelimeyi iyi belleyelim ve hafızalarımıza nakşedelim: KEFEN - TENEŞİR - TABUT - MEZAR.

    Gerçek savaştan önce, askerler savaş tatbikatı ve gerçek yangın çıkmadan önce itfaiyeciler yangın söndürme tatbikatı yaparlar.

    Lütfen bizler de ölüm gelmeden önce ölüm ve mezara girmeden önce mezar tatbikatı yapalım.

    Mezarda tek başımıza yalnız kalacağımız için akşam üzeri Güneş batarken yalnızca bir mezarlığa gidelim.

    Mezarlığa girişimizde selam verelim. Onlar bizi görür ve selamımızı alırlar. Etrafımızı dikkatle izleyelim. Bakalım yerin altında kimler, kimler yatıyor! Mezar taşlarındaki silik isimlerden başka hiçbir şeyleri kalmayan insanlar.Zamanın en güçlü ve en yetkili siyasi ve askeri ünlüleri. Çocuklar, genç kızlar, delikanlılar ve yaşlılar.

    Daha dün onlar da bizim gibi toprağın üzerinde yani dünyada idiler. Koştular, oynadılar, evlendiler, çoluk, çocuk ve iş güç sahibi oldular. Makamların, mevkilerin peşlerinde koştular. Amir, memur oldular. Mal, mülk edindiler. Çalıştılar, didiştiler, tartıştılar ve zaman zaman kavga döğüş yaptılar. Sonra? Evet en sonunda bir bez parçasına sarılıp bir çukura gömüldüler.

    Ya Rab! Bir kefen uğruna mı bunca savaş?

    Ölüm yalnız onların kaderi değildir. Dün onlar bizim gibi idiler ve yarın biz onlar gibi olacağız.

    Sonra uzanıp ölü gibi mezarların arasına yatalım. Güneşin battığı ufka ve kararan gökyüzüne bakalım. Esen yelin ve kıpırdaşan yaprakların zikrini dinleyelim. Mezar taşlarının arasında ve yanı başımızda yatmakta olan mezar komşularımıza bakalım. Onlara gönül dili ile ne istediklerini soralım? Onlar bugün bizden ne istiyorlarsa yarın biz de aynı şeyleri başkalarından isteyeceğiz.

    Yavaş yavaş kalkalım ve mezar komşularımızın ruhlarına bir Fatiha ve üç ihlas okuyalım.

    Sonra tekrar dünyaya ve evimize dönelim. Ama mezar komşularımızı unutmayalım! Onların isteklerini unutmayalım! Ve orada ne gerekiyorsa, onları kendi elimizle götürmeğe çalışalım.

    Ben yaratılmış bir kulum ve kula kulluk gerek diye alnımızı secdeye koyalım. Beş vakit namazımızı düzenli ve vaktinde kılalım ve bizi yaratan Yüce Rabbimize tam teslim olalım.

    Sakın sakın! Haddini aşan ve benlik tutkusuna kapılan gafillerden olma. Dün hiç idin ve yarın da hiç olacaksın. NemrutIar, Firavunlar gibi ilahlık davasına kalkışma. Allah'ın affetmeyeceği, bağışlamayacağı en büyük suç putçuluktur. İlahlaştırılan, putlaştırılan fanilerin peşine takılma!..

    Geri kalmış bazı Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde din, inanç ve vicdan özgürlükleri kısıtlanarak ve baskı altına alınarak bazı Iiderler ilahlaştırılıp, putlaştırılmaktadır.

    İnsan hakları söz ve düşünce özgürlüğü açısından orta çağların çok ötesinde olan bu ülkeler, en katı faşist diktatörlerin ve komünist rejimlerin her türlü baskı ve zorbalıklarla uygulamağa çalıştıkları, ama başarılı olamadıkları tek tip robot insan yetiştirme çabalarının hayallerini yaşamaktadırlar.

    Putlaştırdıkları ilahları yer altında çürürken, sahte istismarcıları putların gölgesinde rejim şövalyeliği yaparak çıkar sağlamaya çalışmaktadırlar.

    Ne diyelim? EIoğlu bilim ve teknolojide ışık hızı ile yarışırken, paraları altının değerini aşarken, halkları her türlü özgürlüklerden doyasıya yararlanırken ve uydularla uzayda cirit atıp oynarken...

    Bizler, evet bizler bilim ve teknoloji yuvalarında başörtüsü ile uğraştırılıyoruz. Yerimizde durmadan geriye doğru say-
maktayız ve irtica yaygaraları ile bir incir çekirdeğinin içini doldurmayan sun'i gündemlerle oyalanıyoruz.

    Sevgili din kardeşim! Bu dünyaya gelişin gibi, gidişin de senin elinde ve iradende değildir. Ne zaman? Nerede? Ve nasıl ölmek istediğine sen karar veremeyeceksin. Sayılı nefesIerin damla damla tükenmekte ve sen ölüme doğru gitmektesin.

    Ahiret azığını hazırla! Boş gündemlerle ömrünü boşa harcama! Günlük yaşamını islama göre düzenle. Namaz vakitlerini iyi belle. Her yeni güne ibadetle girebilmen için sabah namazını Güneş doğmadan önce vaktinde kıl.

    Erkek, kadın bütün müslümanlara ilim farzdır. Farzları, vacibleri ve sünnetleri bilmeyenlerin, Kur'an okumasını öğrenmeyenlerin, helale, harama dikkat etmeyenlerin ve abdesti, guslü yarım olanların, pastalı, börekli çay ziyafetlerinde ilahiIer dinleyip vakit geçirmeleri gaflettir.

    Cennetin anahtarı imandır. İmansız Cennet'e girilmez. Öncelikle imanın temel ilkelerini öğrenmeli ve aynı titizlikle imanı gideren konuları da bilmelidir.

    Kelime-i Tevhid'e (Lâ ilâhe illallah) irtica bayrağı diyenler ve bu görüşü destekleyenler dinden çıkar ve kafir olurlar. Hemen tevbe edip, tecdid-i iman ve tecdid-i nikah yapmaları gerekir.

    Sevgili Peygamberimiz: "Mü'min'in ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nûru ile bakar" buyuruyor. İmanın nûru ve AIIah'ın zikri ile gönülleri nurlanan müslümanlar uyanık olurlar, bilinçli davranırlar. Kendi gündemlerini kendileri belirler.

    Ne yazık ki, akıntıya kapılan bir saman çöpü gibi veya açık denizlerde dalgalara kapılıp sürüklenen bir gemi gibi, İslam dışı güçlerin sun'i gündemleri ile çalkalanıp durmaktayız.

    Gündemi değiştirmek ve İslam'a saldırı başlatabilmek için, alelacele bir Fadime Şahin olayı gündeme getirilmişti.

    Genç hanım işe telefonla başlamış ve güzel sesi ile randevu almasını başarmıştı. Artık gerisi kolaydı. Önce dînî yaklaşım, sonra ağlama, acındırma ve yavaş yavaş dişiliği kullanma.

    Karşısındaki Yusuf Peygamber değil ki, nefsine hakim olabilsin. Keşfi ve feraseti açık bir veli değil ki tuzağa düşmesin.

    Birinci bölüm tamamdır. İki tarafta mutlu görünmekte ve eve gelmeyen kızlarını aramayan aile de bu mutluluğa ortaktır.

    İkinci bölümün hazırlıkları başlamıştır. Gecenin hangi saatinde ve hangi dakikasında banyo yapılacağını kahinlerden öğrenen medya mensupları ilginç anları görüntülemek için beklemektedir.

    Baskın ve sonrası malum!.. Rüştüne eren iki kişinin hür iradeleri ve öz rızaları ile bir araya gelmeleri, bütün dünyada alışılmış, basit günlük olayIardan olduğu halde!..

    Kıyametler koparılmış ve sanki dünya insanlık tarihinde ilk defa yaşanılan bir olaymış gibi sahnelenmiş ve aylarca Türkiye'nin gündemine oturtulmuştur.

    Benim zavallı din kardeşlerim de, hiç bir dert ve sorunları yokmuş gibi aylarca Fadime Şahin'i konuştular, aralarında tartıştılar.

    Halbuki gündeme getirilmesi ve üzerinde titizlikle durulması gereken nice Fadime Şahin'ler vardır.

    Ailelerinden bağları koparılan, yuvalarından çalınan ve gerçekten aldatılan Iise çağlarındaki ana-baba kuzusu olan onbinIerce genç kızımız genelevlerinde, randevu evlerinde, barlarda, pavyonlarda, sokaklarda ve duraklarda alkoliklere, cinsel sapıklara ve yabancı turistlere köleler gibi peşkeş çekiliyordu. Bu yavrularımızı hatırlayan olmadı. Yazıklar olsun! İslam dışı güçlerin güdümü ile yönlendirilen bizim gibi müslümanlara!..

    Kanalın birinde, aldanarak mason olan ve sonra her nasılsa bu masonluktan kurtulabilen bir vatandaşımızın canlı yayında ilginç açıklamaları yayınlanmıştı.

    Bu açıklamaların kamuoyunda büyük yankılar uyandırması ve Türk medyasının bunu Türkiye'nin gündemine oturtması gerekirdi.

    Özellikle Kemalistlik iddiasında olanların ve Atatürkçü derneklerin bu konuda çok duyarlı olmaları gerekirdi. Çünkü masonlar derneği, "kökleri dışarıda olduğu gerekçesi" ile Atatürk tarafından kapatılmış ve Türkiye'deki faaliyetleri yasakIanmıştı.

    Ne yazık ki sun'i irtica yaygaraları ile gündemi değiştiriverdiler. Yurdumuzu düşman işgalinden kurtarmak ve milletçe topyekün Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için Erzurum ve Sivas kongrelerini toplayan delegelerin kılık kıyafeti ile uğraştılar ve onlar gibi giyinenlere bir iftar yemeğini çok gördüIer.

    Vatanımızın kurtuluşu için kocaları, babaları ve kardeşleri düşmanla savaşırken, onlara sırtlarında mermi taşıyan bacıIarımızın başörtüsü ile uğraştılar.

    Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın kız kardeşi Makbûle Hanım'ın ve eşi Latife Hanım'ın başörtüsü ile
oynadılar.

    Yunan halkı birlik ve beraberlik içinde yedisinden yetmişine kadar Türkiye ile savaşa hazırlanırken, tepeden tırnağa siIahlanırken, burnumuzun dibindeki adaları silah deposu haline getirirken ve Türkiye'yi vuracak güçte füzeleri Kıbrıs'a yerIeştirmeye çalışırken ve dünya kamuoyunu kazanmak için yoğun çabalar sarfederken ve de başarılı olurken...

    Bizler sun'i irtica yaygaraları ile, kılık kıyafet ile, başörtüsü ile ve daha açıkçası gaflet içerisinde birbirimizle uğraşıyoruz.

    Unutmayalım! Dünya'da yalnızlığa doğru itilmekteyiz. Düşman güçleri tarafından kuşatma altına alınmaya çalışılan bir ada konumundayız.

    Sun'i gündemlerle irtica yaygaraları ile ve başörtüsü düşmanlığı ile millî birlik ve beraberliğimizi bozmaya ve parçalamaya çalışanları tarih af etmeyecek ve gelecek nesillerimiz lanetleyecektir.

    Hazreti Mevlana'nın (kaddesallahu teâlâ esrarahulazîz) bir sözü vardır: "Ya olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol" der. İnanıyorsan inandığın gibi yaşa, inkarcı isen, açık söyle. Sakın iki yüzlü münafık olma demek istiyor. Tek yüzlü kafirler iki yüzlü münafıklardan eh ven-i şerdir. Münafıkların yeri Cehennem'in en aşağı (esfeli safilîn) tabakasıdır.

    Herşeyin sahtesi vardır. Münafıklar da sahte müslümanIardır. İçleri inkarcı ve islam düşmanlığı ile dolu olan münafıkIar, müslümanların kanını emen ve imanını kemiren mikropIardır.

    Düşman askerlerinin ve teröristlerin daha iyi eğitim görenIeri ve daha iyi silah kullananları ülkemiz açısından daha tehIikeli olduğu gibi, münafıkların biraz ilim sahibi olanları da dinimiz açısından daha tehlikelidir.

    Münafıklar Asr-ı Saadet'in Medine devrinde de vardı. Önceki ümmetlerde de vardı. Bugün de var ve yarın da olacaktır.

    Günümüzün çağdaş münafıkları, hıristiyan misyoner teşkiIatlarının prensiplerini aynen uygulamaktadırlar.

    Öncelikle kamuoyunun dikkatini çekmek ve güvenini kazanabilmek için, ağır başlı, dürüst, samimi ve gerçekçi bir din adamı izlenimini sergilemeğe çalışmaktadırlar.

    Halkın tepkisini çekmemek için, önce bazı doğruları savunarak söze başlayan bu sahte müslümanlar, yavaş yavaş ve sinsice hedeflerine doğru yaklaşmakta ve İslam'ın özünü ve temelini sarsmağa çalışmaktadırlar.

    İlk hedefleri öncelikle peygamberimizi dışlamak ve gerçekte Kur'an'ın açıklama ve uygulamaları olan hadis-i şerifleri yok saymaktır. Ayrıca dinimizin temel taşları olan sahabeleri, tabiîni, müctehidleri, müfessirleri, muhaddisleri, aıimleri, evliyaları ve onbeş asırdan beri gelip geçmiş milyonlarca gerçek müslümanları yok saymaktır.

    Sapıklığın ve münafıklığında ötesinde, sanki bir peygambermiş gibi davranan ve Kur'an yeniden kendisine indirilmiş gibi, "Kur'an'a göre islam" adı altında yeni ve sahte bir din oluşturulmağa çalışılmaktadır.

    Kur'an'ı kendi inanç ve amaçları doğrultusunda yorumlayan bu sahte peygamberler, Kelime-i Tevhid'e irtica bayrağı diye hakaret eden ve çıplak dansözlerin göbek attıkları kanalIarda boy göstermektedirler.

    Arkalarındaki karanlık güçlerin desteği ve belirli medyanın yardımı ile yeni dinlerini yaygınlaştırmağa ve gündemsiz müsIümanların gündemine taşımağa çalışmaktadırlar.

    Ben bunlara kızamıyorum. Davalarına bilinçli bağlı olanlara ve ilkelerini savunanlara gıpta ederim. Ben, kendi din kardeşlerime kızıyorum. Feraseti kapanan müslümanlara kızıyorum.

    Neden mi? Yıllarca namaz kılmış ve alnını secdeye koymuştur. Cami, cami dolaşmış ve nice nice vaazlar, hutbeler ve sohbetler dinlemiştir. Ama bunların hepsi bir kulağından girmiş ve öbür kulağından çıkıp gitmiştir.

    Örtülü bir şekilde peygamberlik davasına kalkışan bir kişi, İslam'a hakaret eden yayından ve çıplak dansözlerin ardından ekrana çıkıp da Kur'an adına fetvalar vermeğe kalkışınca, bunIarı iki kulağı ile birden dinleyip hafızasının ortasına yerleştiriverir.

    Ertesi günü konuşulan ve tartışılan gündem budur.

    İşte! ben, böyle müslümanlara kızıyorum. Okuduğu gazeteyi ve izlediği kanalı bilmeyen müslümanlara kızıyorum.

    Biz müslümanlar başkalarının dinlerine ve inançlarına karışmayız. Asr-ı Saadet'te, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde çeşitli dinlere ve inançlara bağlı olan kişilerle yan yana oturduk. Komşuluk ve alış veriş yaptık. Rum sermayesi, Yahudi sermayesi diye ayırım yapmadık.

    Kafirûn sûresinin sonundaki: "Sizin dininiz sizin ve bizim dinimiz bizim" ilahi emrini uyguladık. Hiçkimsenin inancına ve inancı doğrultusundaki yaşamına karışmadık. Birtek kişinin başını baskı ve zorbalıkla örttürmedik. Ve başını açanları devletimize kurşun sıkan eşkiyadan daha tehlikeli görmedik.

    Papazlar kiliselerde ve hahamlar havralarda kendi dindaşlarına sınırsız ve sorumsuzca dilediklerini anlatabildikleri gibi, bu sahte peygamberler de kendi yandaşlarına istediklerini anlatsınlar. İsterlerse orucu kaldırsınlar, isterlerse haccın yerini ve zamanını değiştirsinler, isterlerse beş vakit namazı önce üçe sonra haftada bire indirsinler, isterlerse olanak, olasılık ve saptamak gibi sözcüklerle ibadet etsinler.

    Namazını ön safta kılan ve müslümana mürteci diye hakaret eden gazeteyi elinden bırakmayan biri: "Bu fetvaları veren ilahiyatçı profösör" dedi.

    Benim saf kardeşim! İlahiyatçı ne demektir biliyor musun? Tıpta okuyanlara doktor, hukukta okuyanlara hukukçu ve iktisat fakültesinde okuyanlara iktisatçı denildiği gibi ilahiyat fakültesinde okuyanlara da ilahiyatçı denir.

    Üniversite camiasındaki diğer fakülteler gibi, ilahiyat fakültesi de aynı kanunlara, aynı kurallara ve aynı sisteme bağlıdır.

    Dini, inancı, yaşamı, giyimi ve ahlakı ne olursa olsun her kişi ilahiyat fakültesinde öğrenci, asistan, doçent, profösör ve dekan olabilir.

    Tıp fakültesinde okuyan doktor, doçent ve profösör olanIarın her birinin sağlık açısından tam sağlıklı ve sıhhatli olmaIarı mümkün değildir. Dünyaca ünlü tıp uzmanlarının en tehlikeli hastalıklara yakalandıkları ve kötürüm kaldıkları bilinen gerçektir.

    İşte! ilahiyat fakültesinde okuyan ve aynı fakültede görevIi olan doçent, profösör ve dekandan bazılarının da en tehlikeli sapıklık hastalıklarına yakalanmaları ve sapık, kötürüm kalmaları doğaldır.

    Benim sevgili din kardeşim! Senin yolun, Hazreti Muhammed (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) 'in yoludur.

    Senin yolun, Ebubekir'lerin, Ömer'lerin, sahabelerin yoludur.

    Senin yolun, Tabiîn'in, müctehidlerin, imamı Azam'ın, imamı Şafî'nin yoludur.

    Senin yolun, Evliyaların, alimlerin, salihlerin ve milyonlarca din kardeşinin gittiği yoldur.

    Dilersen, Hazreti Muhammed'in önderi olduğu bu manevî kervana katıl. Laf ebeliğini, kavgayı, tartışmayı bırak ve ibadetini çoğalt.

    Dilersen, sapık ilahiyatçının peşine takıl, laf ebeliği ile, dedikodu ile oyalan ve ahirete eli boş git.

    Unutma! Kişi sevdikleri ile beraberdir.
 

   <--- Ana Sayfa                                                                                      Sonraki Bölüm --->